Türkiye’nin demokrasi tarihinin en karanlık sayfalarından biri olan 12 Eylül 1980 darbesi, aradan tam 45 yıl geçtiğinde bile hafızalarda güçlü bir iz bırakıyor. İLK TEŞEBBÜS 11 TEMMUZ’da adlı plan, “Bayrak Harekatı” olarak adlandırılan ve dört ay süren sırların ardından hayata geçirildi. Denemelerin ilki, 11 Temmuz 1980’de ordu komutanlarına verilen harekat emriyle planlandı; ancak dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in güvenoyu alması bu teşebbüsü geçici olarak durdurdu. Günler, Eylül’e doğru ilerlediğinde ise ülkede sabaha karşı yürürlüğe giren bir uygulama ile darbe resmen başladı. Sabah saatlerinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in yayımladığı bildiriyle Türkiye, yepyeni bir döneme adım att.
DARBECİ MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ olarak bilinen yapı, Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan bir çekirdekten oluşuyordu. Bu kurum, tüm yetkileri ele geçirerek anti-demokratik bir süreç başlattı ve toplumsal kurumları hızla dönüştürmeye koyuldu. Sendikalar, meslek örgütleri ve siyasi yapıların hareket alanı daraltıldı; anayasa askıya alındı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi etkisiz hâle getirildi.
Ülke genelinde sıkıyönetim ilanı sonrası sivil toplum örgütleri hedef alınırken, Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışında kalan bazı dernekler kapatıldı. Siyasi partilerin faaliyeti durduruldu; Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit Hamzakoy’a, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş ise Uzunada’ya sürgüne gönderilerek siyasi yasaklar getirildi. “ASMAYALIM DA BESLEYELİM MI?” A segmentte, ihlallerin boyutları ölçüsünde insan hakları ihlali temaları da işlendi; darbeciler, uzun süreli baskıları ve infaz kararlarını devrede tuttu.
İdam kararları ve yargısal süreçler, darbe sonrası mahkemelerce yürütüldü. 9 Ekim 1980’de sol görüşlü Necdet Adalı ile ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu.idam edildi. 17 yaşındaki Erdal Eren’e, askeri inzibatla ilgili bir olay nedeniyle ceza verildi; Yargıtay tarafından iki kez iptal edilmesine rağmen karar onaylandı ve 13 Aralık 1980’de Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde infaz gerçekleştirildi. Evren’in bu konudaki sözleri, “Asmayalım da besleyelim mi?” şeklinde kayda geçti ve insanların temel haklarına yönelik sınırların nasıl zorlandığını gözler önüne serdi.
O dönemde 650 bin kişi gözaltına alınırken, 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı ve 7 binden fazla kişi hakkında idam talebi ileri sürüldü. Bu süreçte 517 kişi ölüm cezasına çarptırıldı ve 50 kişi infaz edildi. Gazeteciler de hapsedildi, binlerce kişi hapis cezalarına çarptırıldı; 14 bin vatandaşlık dışı bırakıldı ve yaklaşık 30 bin çalışanın işine son verildi. Kültür ve sanat sahasında da baskılar yükseldi; yaklaşık bin film ülke ekonomisine yönelik yasaklar kapsamına alındı.
DARBECİLERİN YARGILANMASI SÜRECİ ile başlayan süreç, darbenin toplumsal ve anayasal yapıyı dönüştürerek anayasayı mülga hâle getirdi. 1982 halk oylaması ile oluşturulan ve “güdümlü” olarak nitelendirilen Anayasa, %92 evet oyu ile yürürlüğe girdi ve darbe rejiminin kurumsallaşmasını sağladı. Geçici 15. madde ile ömür boyu dokunulmazlık getirildi; ancak 2010’daki referandumla bu dokunulmazlık kaldırıldı. Referandumun hemen ardından, darbeciler hakkında suç duyuruları hız kazandı ve Evren ile Şahinkaya hakkında soruşturma açıldı.
DARBEYE İDİNAİME İDDİANAME kapsamında görülen dava, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı değiştirmeye veya bütünüyle ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekle suçlandı. 2012’de başlayan yargılama, 2014’te Evren ve Şahinkaya’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları ile hüküm bağlandı; ardından mal varlıklarına el konulması ve rütbelerin geri alınması kararları çıktı. Ancak iki sanığın da yaşları nedeniyle ölüm cezaları tartışmalara yol açtı; Yargıtay kararlarına göre davanın düşürülmesi söz konusu oldu. Bu süreç, geçmişten günümüze uzanan tartışmaları sürdürürken, darbenin hesaplaşmasını ve siyasi ahlaki sorumluluğu gündeme taşıdı.